8.05.2021 16:24:32

Vehbi ORAKÇI

Yönetim denince malum çağımız demokrasilerinin modellediği veya esinlendiği antik Yunan'daki site devletlerinin hakim karekter olarak rol üstlendiği kabul gören bir gerçekliktir.  

 

İlk okuduğumda büyük keyif aldığım hatta yer yer sarsıldığım, göz yaşı döktüğüm ve her tekrar okuyuşumda benzer hazzı ve motivasyonu aldığım Sokrates'in 'Devlet' adlı eserinde de öne çıkan en önemli tema; yönetim kademesinde görev alanların tasviri yapılırken toplumun altın, gümüş ve bronz sınıf olarak kademelendirilmesir.  


Altın sınıf olarak tepedeki yöneticiler kastedilir yani Başkanlar, bakanlar, Valiler, bürokratlar vb. yetkinler, gümüş sınıf olarak ordu ve güvenlik bürokrasisi kastedilir ve bronz sınıfta zanaat, ticaret vb.üreten kesimler kastedilir.


Ahlaki , kültürel, sosyal bilgi ve muhakeme testlerinden geçerek altın sınıf vasfını kazanan insanlara ülke ve şehir tüm zenginlikleriyle teslim ve emanet edilir.  Onlardan hizmet, adalet ve başarı beklenir. Doğru çizgiden ayrılmadan ülkesini ve şehrini kalkındırdıkça ona teşekkür edilip, onore edilir, ürettiği hizmet ve eserler onun paha biçilemeyen serveti olur. 

 

Ancak günün birinde doğru çizgiden sapar, şahsi menfaate, altına yani çıkara, paraya, harama tevessül ederse akiller dediğimiz bilge insanlar tarafından eline vurularak “sen zaten altınsın bu kirli çıkar ve serveti ne yapacaksın?“ denilip, ikaz edilirek ya ıslah yada derdest edilir.  

 

Çağımızda Batı medeniyetinin öncü gücü olan Amerika ve Avrupa’daki demokrasi örneklerine baktığımızda işleyişin devlet kitabındaki ölçü ile belli oranda bağdaştığını ortak bir paydada buluştuğunu ve bu demokrasilerde bir bakan,bir belediye başkanı, bir vali ya da devlet başkanının bariz bir hatası veya istismarı görüldüğünde toplumsal dinamiklerin harekete geçtiğini ve “sen zaten altınsın bunu neden yaptın?” mekanizmasının devreye girdiğini ve o hatayı yapan yetkin kişinin de bu hatasını telafi edecek adımı attığını, görevini sonlandırma pahasına da olsa gereğini yaptığını defaatle gördük, tanık olduk ve örnekleriyle gösterdik. 

 

Gel gör ki bizim medeniyet havzamızda yani şarkta bu anlayışın, bu nezaketin, bu hatadan dönüşün zerresini görmek mümkün olmuyor, bu seviyede olgun yöneticileri görmek çok çok çok zor hatta mucizevi bir gelişme diyebiliriz. 

 

Peki bizde durum neden böyle, nasıl bu hale geldik, bu hastalıktan nasıl kurtulucağız, yönetimde adalet, liyakat ve ehliyeti ne zaman önemseyecek ve nasıl tesis edeceğiz? Buna kafa yormalıyız. 


Bu hastalığı tedavi edecek adımları atmalıyız, toplumun tümüne eğitimle, öz disiplinle ve doğru örnekleri artırarak, cesaretlendirerek, doğruluğu hakim kılacak şekilde bir reform, bir silkelenme ve  bir tövbe-i nasuha ihtiyacımız var. 

 

Yoksa asırlardır devam eden küçülme, dibe vuruş, yolsuzluk, cehalet ve yoksulluk sarmalında tükenmeye devam edeceğiz.
1.7 milyar ve çoğu genç nüfus ve dünyanın en zengin yeraltı ve yer üstü kaynaklarına sahip İslam toplumunun liderlerinin koltuklarını koruma pahasına akıl, izan, insaf ve vicdandan uzak hareketlerinin ürettiği zulüm çarkı, önce kendi halklarını ve eninde sonunda kendilerini de tüketecek ve yok oluş süreci kaçınılmaz olacaktır.

 

Üstat Sezai Karakoç 'Medeniyetimizin Büyük Krizi' adlı seri makalelerinde bu durumu gayet güzel bir dille izah etmiştir. Semboller, suni alkışlar ve riyakar bir tutumla liderleri putlaştıranlara ve bu günahı din kisvesi altında işleyenlere Asr-ı saadeti, Resulullah Efendimizi, Hz Ömer’i, Ömer bin Abdülaziz’i örnek vermeliyiz. Hatta daha yakın çağlara gelip Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethediş sürecindeki asaletini, ferasetini, inanca ve farklılıklara gösterdiği saygıyı, Hırıstiyan kilisesinde, Yahudi havrasında özgürdür ali cenaplığını örnek göstermeli, hep birlikte örnek almalı ve bu duruşu yeniden bedenimize ve ruhumuza libas yapmalıyız. 

 

Sevgiyle, saygıyla, eğitimle ve vicdanla kalın sevgili dostlar.


Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.