30.05.2020 12:42:46

Aynur YAVUZ

Sene 1986. Aylardan Eylül.
Hem düğünümüzün olduğu ay hemde eşimin TSK da Astsbay rütbesi ile göreve  başladığı ay. Eşim okulda derece yapıp Memleketimiz Amasya' ya kur'asız atanıyor. 


Eşimin  göreve başlamasının üzerinden birkaçgün geçiyor. Tugayda görev yapan TSK eşlerini dolayısı ile beni de tugay komutanının eşi olan hanımefendi beş çayına gazinoya davet ediyor.

 

Eşim; hanımefendi seni de orduevin de vereceği çaya davet ediyor dediğinde, heyecanlanıp  biraz 'da ürküyorum. 
Çünlü böyle bir ortamda o güne dek bulunmamışım.
Düğünümde ellerime yakılan kına hala  solmamış. 
Eşime "gitmesem mi? " diye soruyorum. 
O da "Mesai arkadaşlarım eşin gelmek zorunda, yoksa problem çıkar" dediler, diyerek çaya katılmamın doğru olacağını söylüyor. 
Çay saati gelip çatıyor. 


Bende heyecan tavan yapıyor. Nasıl bir ortam? Çay içme dışında neler konuşuluyor? Merak içerisindeyim. 

İlk defa böyle bir ortamda bulunacağım.
Orduevine geldiğimizde geç kaldığımızı kapıda bekleyen askerin tavırlarından anlıyoruz.
Biraz küçümseyerek biraz da alaycı bir tavırla "geciktiniz" dediğinde geri dönmek istiyorum. Geri dönüş eyleminde asker benden daha atik davranıyor, iki kanatlı kapıyı açıp adeta beni içeri itekliyor.


Kapının gürültülü açılma sesine orada bulunan hazirun'un meraklı bakışları üzerime dönmüş, kimsede çıt yok. 
"Medeni" İnsanlar topluluğu... Başörtülü, cahil genç bir kadına yol gösterip "buyurun hoşgeldiniz" demiyorlar.
Mahçubiyetten yüzüm kıpkırmızı olmuş bir şekilde gayri ihtiyari bodoslama  yürüyorum, lakin yolumu  kocaman sütun ve boş bir koltukla kesiyor.


Sağa sola bakıyorum yol yok.
Ani bir refleksle  arkadan koltuğun üzerine adımımı atıp hop  koltuğa oturuyorum . 
Aaaa! sesleri yükseliyor birden salonunun her köşesinden. Kıkırdaşmaları, gülüşmeleri yanına oturmuş olduğum gayet bakımlı, şık bir hanımın "kızımız biraz heyecanlı hoş görün" ikazı ile kesiliyor.
Eğiliyor yavaşça soruyor. Eşin subay mi? astsubay mı?. 
Astsubay diyorum biraz ürkek, biraz mahçup. 


Sonradan anlıyorum ki bu hanım  bizleri çaya davet eden tugay  komutanın eşi hanımefendi.
Subay eşleri ile astsubay eşleri farklı yerlere oturmuşlar, ben de farkında olmayarak oturulmayacak yere yani subay eşleri tarafında First Lady'nin yanına oturmuşum. 

 

Aradan birkaç ay geçiyor. Eşim bana askeri eş kimliği almak için müracaat ediyor. 
Başörtülü fotoğraf verdiğimiz için tugay komutanı eşimi odasına çağırıyor. 
Klasik nasihatler ediyor. 


"Bu devirde" başörtülü"olmak da ne imiş. Muasır medeniyetler seviyesine çıkmış TSK mensubu eşine bu kılık kıyafet uygun değilmiş.
İkna et, ikna olmaz ise yol yakınken dön gibi tavsiyelerde bulunuyor. Kısacası çoluk çocuk olmadan... demeye  getiriyor. 
Eşim de benim alim olan dedeme ölürken son nefesinde başörtümü  çıkarmayacağıma dair söz verdiğimi anlatıyor. 

 

Aslında eşime yapılan tavsiye ya da nasihat; adı her neyse TSK'da sıkıntılı geçecek yılların önsözü gibi,  hayatımızın her döneminde karşımıza çıkacak ve aslında 28 Şubat Post Modern Darbe sürecinin 1986'da duyulan bot sesleri olduğunu o gün anlaşmıştık. 

 

Tayin yeri, Diyarbakır...
1992-1997 Terörün en yoğun olduğu dönemler. 
TSK bu dönemde bile biz inancını yaşama gayretinde olanlarla uğraşmaktan geri durmuyor, aksine olağan üstü Yüksek Askeri Şura düzenleyip hanımı başörtülü olanları ordudan atıyor. 
Eşimi de sakıncalı personel ilan ediyor. 

 

28 Şubat Post Modern Darbe....

Milletin inancına yapılan kalkışma. 
İnancı doğrultusunda, müslüman olarak yaşamaya çalışan inananların adeta kıyıma uğradığı, fişlendiği, sorguya çekildiği, gizli gizli evlerinin arandığı dönemler. 


Her yıl iki kez toplanan Yüksek Askeri şura'da atıldık atılacağız diye endişe ile beklenen günler. 
Aslında evde aile arasında aldığımız  kararla, TSK'dan onların tabiri ile "disiplinsizlik" suçundan atılmayı göze aldığımız halde, atmayıp bizi yıldırma politikaları ile, baskılarla, sürekli evimize gelip gitmelerle eşimi ve beni ikna çabaları... 
Lojmanda oturmayı zorunlu tutup, sonra lojmana giriş çıkışlarda problem çıkarmalar, beni evime sokmamakla tehdit etmeler. .. 
Başörtülü olduğumu bile bile emirle düzenledikleri gecelere çağrılmalar, başörtülü gidince eşim hakkında ertesi gün soruşturma başlatmaları. 


Gözyaşımın akmadığı ayların,  günlerin sayısı o kadar az ki.. 
Meslekte 20'li yıllara yaklaştıkça baskıların dozunun artması, tugay komutanının ve ekibinin evime gelip açık ve net tehdit etmeleri... 
Daha elinin kınası solmayan genç gelinin Amasya Orduevi'nde başlayan  çay macerasının ardından, tugay komutanın eşime olan nasihatı ve cevaben dedeme verdiğim sözün onsekiz yıl sonra Doğubayazıt ta görev yaparken önümüze çıkması. 
Tugay komutanının  "Deden ölmüş gitmiş, sana yararı olmaz artık başörtünü çıkarmazsan atılacaksınız ve çocukların senden hesap soracak" demesi. 


Allah (c.c) oyun bozanların en hayırlısıdır (Al-i İmrân suresi) ayetine mazhar olarak Rabbimin inayeti ile sıkıntılı geçen yılların ardından bizleri Rahmeti ve merhameti ile  koruyup kollayarak yirmi yıl dolar dolmaz, yüksek okul mezunu olduğu için hakkı olan birinci dereceyi  beklemeden emekli dilekçesini verip özgürlükle buluşmamız... 
Yazmaya kalksam ciltlere sığmayan yirmi koca yıl. 

 

O günün başrol oyuncuları bugünlerde teker teker dünyayı terk-i diyar ederek ahirete intikal ediyorlar. 
Dünya onlarındı(!) İstedikleri gibi kanun yapıyor, uyguluyor, hayata geçiriyor ve bu kanunlarla, İslam olan inancını yaşamaya gayret edenleri "DİSİPLİNSİZLİK", "İRTİCA" suçu isnat edip zulmedip, baskılarla yıldırarak mahkemesiz, sorgusuz, sualsiz TSK'dan ilişkilerini kesiyorlardı. 

 

Asıl ebedi hayat onlar için şimdi başlıyor. Zulüm ve baskı ile kararttıkları hayatları, ve dökülen  gözyaşlarının hesabını artık verme zamanı. 


Ben hakkımı helal ediyor muyum? Asla!
Bizlerin hakkını Ruz-i Mahşerde verecekler. O günlerin özlemi ile bekliyorum ve diyorum ki 

" ZALİMLER İÇİN YAŞASIN  Cehennem!" 

Selam ve dua ile 


Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.